Merhabalar,
Günler günleri kovalıyor, her ne yaşıyor olursak olalım hayat akıp gidiyor ellerimizin arasından.
İçine ne koyabiliyorsak, nasıl anlamlandırıyorsak o oluyor hayatımız. İyi şeyler koymayı becerebildikse mutluyuz, koyamamışsak mutsuzuz…
Mesela bu sabah, gözünü yaşama açan kaç kişi şükredip ’’bugün harika bir gün olacak!’’ dedi?
Dünyada kaç kişi acaba bugüne uyanamadı farkında mıyız? Ne kadar şanslıyız şu an bu yazıyı okuyan sizler ve yazan ben. Mutlu olmak için tek sebep, gerisi ayrıntı…
Geçen haftaki ilk sohbetimizde –ki okuyan bilir “Öz’ü”, “Aslında BEN KİMİM?” sorusunun cevabını aramaya çıkmıştık.
ÖZ: İçine arılığını, saflığını bozacak hiçbir şey karışmamış olan, saf, arı.
Biz 9 kardeşiz ve köyde doğduk, büyüdük. Babam hayvan besiciliği yaparak bizleri büyütüp okutmaya çalıştı.
Her zaman 100’e yakın büyükbaş ya da küçükbaş hayvanımız oldu. Tabii bunun getirisi sevimli 3-4 tane köpeğimiz de vardı. Babam onca hayvanı abartısız tek tek tanır, yürüyüşünden ne rahatsızlığı olduğunu anlar ve iyileştirirdi. Ya da iyi bir koç olup olmayacağını.
Şayet rahmetli dedem ve babaannem, babamı çocukluğunda iyi gözlemlemiş olsalardı çok iyi bir veteriner olabileceğini anlarlardı. Belki de doğa ve hayvan sever biri olarak belgesel çekerdi.
Nasılız, neye ihtiyacımız var, ne yapmak istiyoruz, ne tür yeteneklerimiz var ya da var mı, mutlu muyuz mutsuz mu, okumak istiyor muyuz? Ne konuşuldu ne de gözlemlendi. Biz de nasıl büyüdüğümüzü hiç anlayamadık zaten. Her şeyimize babam karar verirdi. Hele bir de kız çocuğusun Anadolu’mun bir köyünde. Eksik etek sen ne bilirsin ki…
Bizim için düşünülenler ve yapılması istenenler bizi ne kadar kucakladı, Öz’ümüze ne kadar uydu sizce?
Her birimiz, ebeveynlerimize mecburi bağımlılığımız bittiğinde bir silkelenir ne istiyorsak gerçekte onları yapmaya başlarız. Çünkü o ana kadar bize birilerinin giydirdiği kıyafet ya dar gelip bedenimizi sıkmıştır, ya da geniş gelip üzerimize oturmamıştır. Yani aslında kendimizi değil başkalarını yaşamışızdır o ana kadar.
Hepimizin bildiği gibi, bir çocuk ebeveynlerinin dediğini değil yaptığını yapar. O yüzden çocuklarımıza sürekli ne yapmalarını söylemeyi bırakmalı, davranışlarımızla örnek olacak şekilde onlara iyi birer rehber olmaya gayret etmeliyiz.
İki yazımda da çocukluktan bahsetme sebebim Öz’e en yakın dönem olmasıdır. Asıl öz olan bebeklik dönemidir. Beyin ve kalp oluştuğu andan itibaren bebekler her şeyi duyar, hisseder ve kayıt eder. Bu süreç 6 yaşa kadar devam eder.
Psikososyal gelişimci Erik Erikson’un dediğine göre 4-6 yaş arasında çocuklar deneyimlerden gerçekçi istek ve amaçlara temel olacak bir girişkenlik duygusu çıkarırlar. Yani, yaşama uyarlanmaya başlarlar.
Ölene dek devam edecek sürecin temel taşları işte bu süreçte atılıyor. Bu dönemde iyi gözlemlenen bir çocuğun geleceğini görebilmemiz mümkün. Ebeveynlerin rehberlik edeceği dönem burada başlıyor.
İlgi alanına neler giriyor, hangi durumlarda ağlıyor, hangi durumlarda mutlu oluyor? Bu durumları karşıya nasıl yansıtıyor? Doğayı hayvanları seviyor mu mesela? Arkadaş ediniyor mu, nasıl ilişki kuruyor? Ağlayan bir insanı gördüğünde ne yapıyor, yüzündeki ifade ne anlatıyor?
Yeğenlerimden Yakut küçük bir hayvan gördüğünde üzerine basıp öldürüyordu. Ablası uzaktan seyrediyordu ama yaklaşamıyordu.
‘’Yakut neden öldürüyorsun onları?’’ diye sordum bir gün.
‘’Sevmiyorum, ölsünler” diye cevabını verdi. Hayvanlarla ilgili bir bilgisi olmadığından mı acaba diye düşündüm. Ya da Öz’ünde bir sıkıntı var belki de dedim. Bunu anlamak üzere çalışmalara başladım.
En küçük olan Rüzgâr 3 yaşında, Yakut 4 yaşındaydı o vakit. 11 yaş en büyükleri olmak üzere altı yeğenimi yanıma alıp köydeki evimizin üst tarafındaki fındıklığa götürdüm. ‘’Fındık toplayıp sonra da kırıp yiyeceğiz’’ dedim. İçinden çok kurt çıktığını bildiğim için oradan başlamak istedim. Oturduk kırmaya başladım. Onlar da yanımda oturuyorlar. ’’Aaaaa! Kurt çıktı.’’ diye yumuşak bir sesle hepsine duyurdum. Baktım bazıları korkarak ama bazıları da merakla beni seyrediyorlar aldım elime sevmeye başladım ve avucumda hareket etmesine izin verdim. ‘’Daha çok çıkarsa eve götürelim hepsini, besleyelim ve sevelim mi’’ dedim. “Evetttt!” diye bağırdılar. Yakut’a baktım, gözleri merakla beni izliyor. Rüzgâr ‘’ben de elime alacağım” dedi. Verdim eline sevmeye başladı. Sonra sırayla hepsi kurtları ellerine aldılar. Tabii en son Yakut…
Arkasından, karıncalardan başlayıp (o bölgede o an için var olan) hayvanları tanıma oyunu oynadık. Onlara dokunarak yaklaştık ve severek iyice kaynaştık. Gelecek sene için hayvan belgeselleri CD’leri getirip tatilimizde seyretme kararı aldık ve bunu da uyguladık. Bu arada 3 senedir fındık kurdu topluyoruz köyde, onlar da aileden oldularJ)
Ve yine anlaşıldı ki insan bilmediğinin düşmanı olabiliyormuş. Öz’e doğru bilgiler kayıt edilmiş, su yüzüne çıkarılmayı bekliyormuş.
Öz’de; iyi-kötü, güzel-çirkin her şey zıddıyla mevcuttur. İnsan şuuru, idraki zıtlıkları görebilecek şekilde yaratılmıştır. Bilinç yanına konulmuş ki geliştirilip farkındalığımızı arttırarak Öz’e uygun olanı doğruyu seçelim diye.
İnsan bilincinin oluşum süreçleri üzerinde çok ciddi toplumsal ve ruhbilimsel araştırmalara imza atan, nörolog ve psikologlar insan zihninin oluşumunu 3 kısımda değerlendirmeye almışlar.
Alt bilinç (id), benlik (ego) ve üst benlik (süper ego).
Id (alt bilinç) denilen bilinci, bizler anlayıp geliştireceğiz. Bunu da Öz’ü yoklayarak başaracağız.
B kapısında (BAŞLANGIÇ) buluşmak üzere,
Sevgiyle kalın.
Öz’de kalın…