Öncelikle müzik serüveninin nasıl başladığını öğrenmek istiyorum. Çünkü seni –ben de dahil– kimse tanımıyor; insanların seni tanımasını istiyorum.
Küçük yaşlardan beri özgün müziğe tutkuluyum. İlerleyen yaşlarda, arkadaşların yanında, müzisyenlerin olduğu ortamlarda şarkı falan söylüyordum, onlar da bana “Ses rengin çok güzel, sanatla, müzikle niye uğraşmıyorsun?” diyorlardı. Bunun üzerine Dragos Musiki Derneği’ne gidip nota, solfej eğitimleri aldım, Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği korolarında yer aldım. İstanbul Teknik Üniversitesi, Türkan Saylan gibi kuruluşlarda, farklı şehirlerde solo-koro konserlerinde bulundum.
Ses eğitimi aldıktan sonra da özgün müzik tarzına geçmek istedim. Derken, albüm yapmaya karar verdik ve albüm projesine başladık. Albüm projesine girmeden önce Ahmet Kaya’nın ağabeyi Mustafa Kaya’yla tanıştım, kendisi çok sevdi beni, sesimi de beğendi. Onunla tanıştıktan sonra, açılmayan kapılar açılmaya başladı. Mustafa Ağabey’le tanışmam da şöyle oldu: “Geçmiyor Günler” şarkısını seslendirip internette paylaştım, Mustafa Kaya bunu görünce bana, şarkıyı çok güzel seslendirdiğimi söyleyip beni tebrik etti. Kendisine albüm yapmak istediğimi söyledim, sağ olsun bana çok yardımcı oldu, stüdyo buldu, albümün müzik yönetmenliğini yaptı, sözleri Sabahattin Ali’ye, bestesi kendisine ait olan “Çocuklar Gibi” eserini verdi. Kendisi âdeta öz ağabeyim gibi her şeyimle ilgilendi, şu sıralar kendisiyle bir klip çekimi yapmayı tasarlıyoruz. Sonrasında Yusuf Hayaloğlu’nun ailesiyle tanıştım, onlardan da Ahmet Kaya’nın okuduğu “Dokunma Yanarsın” isimli şarkısını alıp şiir formunda, ara şanları, Anadolu rock motifleri olan, elektro-gitar ve bağlamayla birlikte farklı bir aranjeyle okudum. Ardından, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in oğlu Temmuz Korkmazgil’den “Acıyı Bal Eyledik” isimli eseri ve şair Ahmet Can Akyol’dan “İksirler İçsem” isimli bir eser aldım. Sonra benim bağlama hocam “Sevdalı Düşüm” adında Türk Halk Müziği, sıfır bir eser hediye etti bana. Albümdeki şarkıların tümü Anadolu-rock formunda, ama özgün tarzda okuduğum eserler. Böylece, toplamda 5 şarkıdan oluşan bir maxi-single, bir özgün müzik albümü yapmış olduk; “Çocuklar Gibi” şarkısının klibini de sosyal medyada yayınladık. Halihazırda eser çalışmalarımız devam ediyor, 2 şarkı hazırlıyoruz, biri anonim bir türkü olan “Saza Niye Gelmedin”, diğeri de Azeri bir parça olan“Ay Gız”.
Rezidanslarda, sitelerde büyümedim, kenar mahallede, sobalı evlerde büyüdüm, sokaktan gelen birisiyim. Sokağın verdiği acı, beni bir şekilde Ahmet Kaya’yla buluşturdu. Küçük yaşlardan beri onu dinliyorum, sesinden etkilenmiş olabilirim; sesim benziyorsa da bundan mutluluk duyarım. Bas-bariton ses Türkiye’de çok az var biliyorsunuz. Türkiye’de böyle yiğit bir sanatçının sesiyle anıldığım için de bundan ayrıca gurur duyuyorum.
Ahmet Kaya, geniş halk yığınları tarafından çok sevilen birisiydi. Ses rengi o kadar güzeldi ki, sağcısından solcusuna milyonlarca kişiyi etkilemişti. Senin sesin de Ahmet Kaya’nın sesine neredeyse tıpatıp, birebir benziyor. Bu durum senin için büyük bir avantaj gibi görünse de, aynı zamanda önünü kesecek bir durum teşkil etmez mi? Evet, seni onunla benzeştiren yan sesin, ama ayrıştıran yanın ne olacak? Bize yeni besteler mi yapacaksınız, var olan şarkıları farklı aranjelerle yeniden mi yorumlayacaksınız?
Dediğiniz gibi, geniş yığınlara ulaşmış birisi Ahmet Kaya; seveni olduğu gibi, sevmeyeni de var. Ben mesela sosyal medyadan tepki de alıyorum, “Vatan haini!” diye bir sürü küfür yağıyor, özelden mesajlar atılıyor, eleştiriler yapılıyor. Bunların hiçbirini ciddiye almıyorum elbette; Ahmet Kaya hani diyor ya, “Sanatçı sanayide konuşur” diye.
Tabii ki siz bunu sosyolojik anlamda sormadınız, müzikal anlamda soruyorsunuz. Benim de bestelerim var, önümüzdeki dönem gerek farklı aranjelerle, gerekse de bestelerimle dinleyiciler karşısına çıkacağım. Yusuf Hayaloğlu’nun birkaç şarkısını mesela yeniden düzenledim, yine Ferhat Tunç’un “Babanı Unutma Yavrum” şarkısını daha farklı seslendirdim, bir de Yunus Emre’nin “Gel Gör Beni Aşk Neyledi” şiirini seslendirdim mesela, aralarda şiirinden bölümler okudum; bu tip farklı çalışmalar da olacak tabii. Mesela şiir okumalarımı, tonlamamı ve vurgularımı müzikseverler çok beğeniyor; şiire biraz daha ağırlık vermeyi düşünüyorum, zaten ben de bir süredir şiirler yazıyorum, politik şiirlerin yanı sıra, ikili ilişkilerdeki hayal kırıklıklarını işleyen ve sokağı anlatan tematik şiirler. Mesela Türk Halk Müziği’ni alıp Anadolu rock motifleri ve elektro-gitar kullanarak özgün tarzda okumak istiyorum.
Benim Ahmet Kaya’nın yerine geçmek gibi bir isteğim zaten olamaz. Ahmet Kaya’ya çok büyük bir özlem var, biliyorsunuz; ben sadece, naçizane bu boşluğu doldurmaya çalışıyorum. Mesela “Ben Yoruldum Hayat”ı seslendirdiğim günlerde, dinleyiciler bana dedi ki: “Bu şarkıyı Ahmet Kaya’dan dinlemeyi çok isterdik, bize onu aratmadığın için teşekkür ederiz.” Tabii ki Ahmet Kaya olamayız, onun kendi yüreği var, besteciliği, müzikalitesi var; ama sesim ona benziyorsa da bu çok gurur verici benim için. Aslında bu bir bayrak yarışı; benim istediğim, Ahmet Kaya’nın bıraktığı yerden o bayrağı devralıp bir sonraki nesle taşımaktır.
Ben senin “Acıyı Bal Eyledik” şarkını, tesadüfen bir mekânda duyduğum anda, “Bu şarkı Ahmet Kaya’nın hangi albümünde var, ben niye bilmiyorum?” sorusunu sordum kendime. Bir yandan da içten içe ‘acaba başka birisi mi bu’ demiştim, çünkü şarkının bazı yerlerinde ses değişiyordu. Sesin Ahmet Kaya’ya büyük oranda benzese bile, yine de iyi bir Ahmet Kaya dinleyicisinin ayırt edebileceği küçük bir nüans var sanırım.
Bana mesela sosyal medyada birkaç kişi özelden şöyle mesajlar attı: “Abi, utanmıyor musun milleti kandırmaya? Ahmet Kaya’nın şarkılarını kendi resimlerinle paylaşıyorsun; niye böyle bir şey yapıyorsun?” Onlara Ahmet Kaya dinleyicisi olup olmadıklarını sorduğum zaman, öyle olduklarını söylüyorlar, “Yıllardır dinliyorum abi” diyorlar. İyi bir Ahmet Kaya dinleyicisi aradaki farkı kesinlikle anlar. Çünkü ben kendi özelliklerimi katıyorum okurken, ama bazı şeyler, özellikle de vurgulamalar birebir aynı oluyor. Ne var ki, tamamen de benzesin istemiyorum, çünkü bu benzerliğin benim açımdan sıkıntılı bir tarafı da dinleyicilerin herhangi bir şarkımı duydukları zaman Ahmet Kaya’yı dinlediklerini sanmalarıdır; internetten kimse girip de bakmaz ki ‘kim bu’ diye.
Ahmet Kaya devrimci düşünceye yakın, hatta kendisini sosyalist olarak tanımlayan birisiydi. Peki senin toplumsal meselelere duyarlılığın ve siyasete ilgin ne düzeyde?
Hiçbir partiyle ya da örgütle ideolojik anlamda bir bağım yok ama, ben de sosyalist, sol düşünceye sahibim. İçinde bulunduğum koşullar öyle olmamı gerektiriyor çünkü. Ben şuna çok karşıyım mesela: Bakıyorum şimdi, Suriyeli çocuklar avuçlarını açıp sokaklarda dileniyor, kalkıp öbür tarafta başkaları zevki sefa içinde yaşıyor; o çocuk niye dilendiğini bilmiyor, büyüdüğü zaman o kötü günleri hep aklına gelecek. Bunların hepsinden etkileniyorum; sokaktan gelen birisi olarak ben o çocuğun yanındayım, onun çektiği acıyı çekiyorum. Benim siyasete bakışım böyle. Elbette siyasi görüşleriyle tanınan birisi olmak istemiyorum, sesiyle, müziğiyle tanınmak, o şekilde bir yerlere gelmek istiyorum; ama diyeceğim bir şey varsa da, kimseden çekinmeden, sakınmadan ediyorum sözümü.
Çağımız imaj çağı... Görünür-tanınır olmak, ister istemez birtakım sıkıntıları da beraberinde getiriyor. Medya yayıncılığı ya da sosyal medya olgusu dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de oldukça problemli; Türkiye’de habercilik –özellikle internet haberciliği– anlık ve son dakika mantığı üzerinden yapıldığı için magazinel çizgide, sansasyona indirgenmiş şekliyle yapılıyor. Bu durum, ‘haber değeri olmayan’ şeyleri bile, attığı manşetlerle sanki haber değeri varmış gibi gösterip söylenti ve spekülasyonlar üzerinden, sözgelimi sanatçılar ya da bilindik simaların sosyal medya hesaplarında yazdığı şeyleri sitelerine taşıyarak, onları zan altında da bırakabiliyor. Önümüzdeki günlerde, böylesine kaygan bir zeminde kendini nasıl korumayı düşünüyorsun?
Ahmet Kaya’nın başına çorap ören de medyadır zaten. Ahmet Ağabey’in bir sözü var, bir yerde söylemişti, “Toplumu Reha Muhtar yönlendiriyor, adam beni birebir tanımıyor ki. O ‘iyi’ derse ‘iyiymiş’ diyor, ‘kötü’ derse ‘kötüymüş’ diyor”. Bu hep böyledir: Güçlüler güçlünün yanında olur, ben de mazlumun yanında olurum. Bu kaygan zeminde ayakta durmaya çalışacağım, kim çelme takarsa taksın, yılmayacağım. Ama siyasal anlamda, rant elde etmek için hiçbir bayrağın altına da girmem yani.
Söyleşi: Ayhan Şahin
28.07.2017 19:17:00