Merhabalar,
Her birimizden farklı sesler çıksa da çok büyük bir bütünün parçalarıyız.
Bazılarımıza göre bu büyük parça Tanrı, bazılarımıza göre Allah, kimimize göre ise evrensel düzen.
Her birimiz derken sadece insanları kastetmiyorum elbet. Evrende var olan canlı cansız bütün her şey dâhil oluyor bu tanımlamaya. Bu durumda gösteriyor ki, birbirimizden farkımız yok özde. Her birimizde diğerimizin temel özellikleri mevcut aslında, fiziksel olarak benzemiyor görünsek de…
Ve hepimizin bildiği, fakat yaşamın akışında kısmen unuttuğumuz bir gerçek; doğum ve ölüm…
Kaç sene yaşayacağımızı bile bilmediğimiz bir hayatı neden bu kadar zorlaştırırız ki, bilemiyorum.
Geçen hafta kaçımız ‘’evet ya artık içimde bir şey tutmayacağım ve konu kiminle alakalıysa konuşacağım’’ diye düşünerek bir eylemde bulunabildi? Bu eylemin insanın içine verdiği huzuru kaçımız tadabildi?
Ben düşündüğümü cümleye dökmeye ilk olarak bir telefonla başlamıştım. Bir gün kitap okurken, samimi olmakla ilgili bir konuya gelmiştim ki, kitaptan koptum. Bir arkadaşımı düşünmeye başladım. Bazı davranışlarını gözümün önüne getirip ne kadar yapmacık olduğunu ve tavırlarının beni mutsuz ettiğini fark ettim. Abartısız 15-20 dakika düşünmüşüm. Sol tarafımdaki aynaya doğru kafamı çevirdiğimde fark ettim ki yüzüm kasılmış. Kalkıp ona telefon açtım. Şuan kendisini çok olumsuz düşündüğümü ve mutsuz olduğumu ifade ettim, “konuşalım yüz yüze” dedim. Sabah kahvesinde buluşmaya karar verdik. Aklımdan geçen her şeyi anlattım ve o da kendisini ifade etti. Yanlış değerlendirmelerim de söz konusuydu, haklı olduğum taraflar da. Çok huzurlu olmuştum, konu açıklığa kavuşturulmuştu. Bugün dostluğumuz 18. yılını doldurdu. Kafamda kurup dursaydım, kendimi negatif düşüncelere teslim etseydim dostluğumuz belki de bitmiş olacaktı.
Bazılarınızın aklını okuyayım şu an: “Tabii canım gel de bizim müdüre ya da patrona söyle düşündüklerini, nasılsa işsiz kalan sen olmayacaksın”. Hem ayrıca “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” gibi bir öğretimiz var. “Onuncu köy” yokmuş gibi.
Senaryoya en kötü noktadan giriş yapıyorum. Biliyorum ki geçindirmek zorunda olduğumuz insanlar ve sorumluluklarımız var. Peki, bu kadar mutsuzken ve sağlığımız tehdit altındayken onlara nasıl faydamız olacak?
Ben çalıştığım firmalarda patronlarıma da müdürlerime de içimden geçeni cümleye dökme imkânı buldum. İşimde her zaman samimiyetle davrandım ve sorumluluklarımı fazlasıyla yerine getirdim. Dolayısıyla niyetin açık seçik ortada olunca ve kendini doğru yerde, doğru şekilde ifade ettiğin vakit sıkıntılı durumlar değil, güzel sonuçlar elde ediyorsun.
Olayın insani yani kalp dürüstlüğü kısmı da var elbette. Biriyle ilgili olumsuz düşüncelere sahipsin. Allah biliyor zaten, evrene de saldın negatif düşünceleri ama onun haberi bile yok. Vicdan başlar konuşmaya, iç ses bağırır, işte sana huzursuzluk…
Bazı insanlardan bahsederken “İçi dışı bir, açık sözlü, dürüst insan” deriz. Böyle bir insanı bir dakika düşünmenizi rica ediyorum. Düşüncesi bile kalbinizi ısıtmadı mı? Bu kişi neden biz olmayalım?
“Kendimizi ifade etmeyi” sadece “Olumsuz düşüncelerimizi aktarmak” olarak algılamadığınızı düşünüyorum. Olumlu düşüncelerimizi de ifade etmeliyiz. Karşı taraf da mutlu olsun ve evrene pozitif düşünceler yayılsın.
Kendisini rahatlıkla ifade etmeye başlayan bir insanda, öz güven gelişeceğinden hayatta ne isteyip ne istemediği durumları da netleşecek. Kişi böylelikle özüne (kendi benliğine) doğru bir yolculuk başlatacak…
Yeniçağ tıbbı başından beri hastalıkların zihinsel ve ruhsal sebeplerine de dikkat çekiyor. Hastalıklar önce zihinde oluşuyor ve titreşimler yoluyla sonra vücutta ortaya çıkıyor. Bizim kültürümüzde de atalarımız olayı çoktan çözmüşler aslında. Başlarsın olumsuz bir şeyleri anlatmaya, karşı taraf isyan eder. “Offff ya! Anlatıyor anlatıyor bir şey de diyemiyorum. Şiştim!’’ Ya da iletişim kurmakta zorlandığımız, bizi anlamadıklarını düşündüğümüz insanlar için “Bu beni kanser edecek!’’ deriz.
İnsan konuşamayınca, içine atınca her şeyi, zaman içinde unutulup gitmiyor işte. Bilinçaltı kayıtta, her şey depolanıyor. Vücuttaki zayıflamayı gördüğü an, su yüzüne çıkacak ve sana bedelini ödetecek.
Louise Hay, ‘’Düşünce Gücüyle Tedavi” ve “Hayatına Şifa Ver’’ kitaplarında, çok sayıda insan üzerindeki gözlemlerinin sonuçlarını bizlerle paylaşıyor. Şayet insanlar düşündüklerini ifade edebilirlerse boğaz rahatsızlıklarının ortadan kalktığını görecekler. Eğer insan dert dediği, sıkıntı dediği mevzuyu çözmek yerine içine atmayı ya da üstünü kapatmayı tercih ederse gerçekten şiştiğini kilo aldığını fark edecek. Hatta gerçekten hasta olacak. Ben bu durumları kendimde ve çevremde gözlemleyip deneyimledim.
İç sesimiz yıllarca kendini duyurmak için çırpınıp durdu ve sonunda sesini kesti. Oysa “Keşke başka bir şey dileseydim, demek şuan olacakmış” dediğimiz anlarımız yok mudur her zaman? Sanki bir mucize gibi…. İçimizdeki o ulvi sesle bağlantımızı kopardığımız an, beynimizin titreşimleri öne geçer ve kalbimizin evrenle olan bağlantısını keseriz. İç sesimizi bulalım ve barışalım onunla. O ses bize, huzurun kapılarını açacak sestir…
Sevgiyle kalın.
ÖZ’de kalın…