KADINLAR VE GENÇLER HER YERDE OLMALI

 

Yeşim Hanım, öncelikle sizi biraz tanıyalım. Yeşim Tektaşlı kimdir?

 

Tokat/Turhallı bir ailenin kızı olarak, Almanya’da büyüdüm ve okudum. Münih Üniversitesi’nde matematik ve ekonomi okudum. Üniversite yıllarında Avrupa Türk Akademisyenler Birliği’nin sırasıyla Münih, Bavyera ve Avrupa yönetimlerinde görev alarak, gerek Avrupa’daki Türklerin sorunlarının çözümü noktasında, gerekse aydın bir Türkiye’nin dünya toplumunda hak ettiği saygın yerini alabilmesi için aktif mücadele ettim.

 

Siemens ve MAN Enerji gibi şirketlerde edindiğim deneyimlerden sonra, 1999 yılında Alman ortağım ile Türkiye’de yabancı şirketlere hizmet veren danışmanlık şirketi kurduk. Bu şirket bünyesinde dış ticaret, finans ve İnsan Kaynakları (İK) uzmanı olarak Türkiye’de çalışan yabancı şirketlerin danışmanlığı yürüttüm. Ve aynı zamanda, Türkiye’de yeni gelişen aydınlatma sektörüne yatırım yaptım, yeni aydınlatma çözümleri üzerine çalışan Karatek şirketine ortak oldum.

 

En büyük arzum, Türkiye’de yaşayan her canlının hak ettiği yaşam haklarına ulaşması ve ülkemizin adalet, ekonomi ve eğitim devrimleriyle gerçek anlamda bağımsızlığına ve saygınlığına kavuşmasıdır.

 

 

 Ülkemizde değişkenlik gösteren yasalar bazılarını mutlu ederken, birçok kişiyi mağdur bırakmaya devam ediyor. Kadınların hak arayışı sürerken, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilip kadın sığınmaevlerinin artırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

İstanbul Sözleşmesi’ni feshetme kararının, iktidarın tamamen oy kaygısıyla, bazı gerici cemaat ve seçmen kitlelerin desteğini tekrar alabilmek adına, sorumsuzca attığı bir adım olduğunu düşünüyorum. Yoksa bilinçli, sorumluluk sahibi hangi devlet, şiddettin önlenmesini, şiddet mağdurların korunmasını, suçluların kovuşturulmasını ve cezalandırılmasını ilke edinmiş bir sözleşmeyi feshedebilir ki? Ve dile getirilen tek argüman, sözde ailelerin dağılmasını ve boşanmaların artmasını önlemek. Burada size soruyorum: Bireylerin şiddete maruz kaldığı bir ev ortamına AİLE denir mi? Bu ortam ailenin kutsal değeriyle bağdaşır mı? Boşanmayı önlemek için zoraki evlilikler, aldatmaları ve şiddeti artırmaktan başka neye yarar? Peki şiddet ortamında büyüyen çocuklar, gençler, bu toplumun sağlıklı bireyleri olabilir mi? Kendileri sağlıklı evlikler yapıp çocuk yetiştirebilirler mi?

 

Bu sözleşme feshini savunan herkesin, bizlerin yaptığı gibi İstanbul’un ÇODEM’lerini sık sık ziyaret etmesini öneririm. Bu ailelerin bakamadıkları çocukların bir kısmı ÇODEM’lere sığınabiliyor, ama eninim ki çok daha fazlası evden kaçmamak adına her gün şiddet ortamlarında büyümeye devam ediyor.

 

Peki burada devletin görevi nedir? Şiddetin oluşmasını önlemek, şiddete maruz kalanı korumak ve şiddeti uygulayanı cezalandırmaktır. Aile kavramı nedir, nasıl yaşanmalı, nasıl iyi bir aile olunur, bunlar iyi bir eğitim sistemin konuları olmalıdır elbette. Ancak bunun ötesinde devlet, bireylerin aile hayatı hakkında karar vermemelidir.

 

Kadın sığınmaevleri muhakkak ki artırılmalı. Çünkü çoğu kadının “gidecek yerim yok” düşüncesiyle şiddete boyun eğdiğini görüyoruz. Kadının özgüvenini güçlendirecek, ona yürümek istediği yolda destek olacak kurumları ve girişimleri hızla çoğaltmalıyız. Ayrıca sığınmaevlerin şartlarının da iyileştirilmesi gerekmektedir.

 

 

Sizce iş hayatında kadının önemi nedir? Ülkemizde kadınların ekonomiye katılımı ve istihdamını yeterli buluyor musunuz? Üreten Kadınların emeklerinin karşılığını aldığını düşünüyor musunuz?

 

Güzel bir soru sordunuz. Yaklaşık 20 yıl önce, günübirlik bir toplantıya katılmak için sabah erken saatlerinde Münih–Düsseldorf uçağına bindiğimde, tek kadın olduğumu fark ettiğimde, bunu ilk kez kendime sormuştum. Bugün ortak olduğum danışmanlık şirketinde çalışanların büyük çoğunluğu kadın danışmanlardır. Gözlemlerime göre, kadınların empati, iletişim becerileri ve detaya verdikleri önem onları bizim sektörde daha başarılı kılabiliyor mesela. Bazı alanlarda daha fazla kadın, bazı alanlarda daha fazla erkek görebiliyoruz. Ancak; halen kadınların çalışma oranı, erkeklere göre daha düşük. Bir toplantıya girdiğinizde, kadın katılımcı oranlarına bakmanız yeterli zaten. Şirketlerin yönetici kadrolarında, kadınların oranı % 50’lerin çok altında. Bunun biraz da sebebinin, erkeklerin daha hırslı ve rekabetçi davranması olduğunu tahmin ediyorum. Bunları gördüğümüzde, kadınların ekonomiye katılımını yeterli bulabilir miyiz? Hayır, ayrıca özellikle ülkemizde insanların emeklerinin karşılığını aldığını söyleyemediğimiz gibi, bu durum kadınlar için çok daha vahimdir.

 

Fakat bu bilinen şeyleri bir kenara koyduğumuzda, kadınlarımız için gerçekten ne düşünüyorum? Ülkemizde asıl sorun, kadınlarımızda gördüğüm sindirilmişlik ve özgüven eksikliği. Almanya’da o uçağa binmeyen kadınların büyük çoğunluğunun bunu kendi iradesiyle yaptığını düşünebiliyordum. Almanya’da kadınların büyük çoğunluğu, küçük yaştaki çocuklarına kendi bakmayı tercih edebiliyor ve bunun için devletten maaş alıyor. Bu illaki kadının ekonomiye katılmasını sağlayan bir uygulama değildir, ancak kadının kendi iradesi ve tercihi bu yönde ise, buna saygı duyarım. Kadın haklarını sağlamamız demek, kadının erkek gibi yaşamasını, davranmasını, çalışmasını sağlamak demek değildir. Ancak kadının kendi haklarını iyi bilip kendi iradesi doğrultusunda söke söke haklarını almasını sağlamaktır. Kadının hem çocuğuna bakmasını, hem de istediği seviyede iş hayatında yer almasını sağlamaktır. Ve bunun için önemli ölçüde pozitif ayrımcılık yapmak gerekir. Kadınlarımızı kalıp düşünceler ve beklentilerden kurtarıp kendi hayatlarını özgüvenle kurmalarını sağlamamız gerekir.

 

80’li yıllarda Almanya’da da halen azımsanmayacak kadar yaygın olan, “kadının yeri mutfaktır”, “ya kariyer ya çocuk” gibi düşünceler, belki o kadınların o uçağa binmemelerinde etkin olmuş olabilir. Beklentiler ve kalıplar içinde yetişmiş insanların “özgür iradesi” ne kadar kendi iradesi olabiliyor?

 

Bunu ancak doğru bir eğitimle sağlayabilirsiniz ve Avrupa bu konuda son 20-30 yılda önemli yol katetmişken, biz maalesef geriyi gitmiş görünüyoruz.

 

Yani hedefimiz illa kadının ekonominin her alanında % 50 katılımını sağlamak mıdır? Hayır; ancak hedefimiz kadının güçlü, her alanda söz sahibi, bilinçli ve iradesiyle hareket edebilir konumda olmasıdır.

 

Çarpık gelir dağılımı, insanların hak ettiklerini alamaması Türkiye’nin ekonomik alanda ciddi bir kangreni olmasıyla beraber, kadınlarımızın işyerinde ve evlerinde üretebildikleri katma değeri parasal karşılığa dönüştürememeleri çözmemiz gereken acil ekonomik sorunlardan birisidir.

 

 

 

Almanya ve Türkiye, aynı nüfus oranına sahip iki ülke. Bu iki ülke gençleri arasında fark görüyor musunuz? Gençlere buradan mesajınız ne olurdu?

 

Bunu cevaplayabilmek için önce bir önceki nesli, yani bizim neslimizi karşılaştırmak istiyorum: Almanya’dan ilk geldiğim senelerde, Türkiye’de yaşayan bizim nesilde genel bir sindirilmişlik dikkatimi çekmişti. Bir yandan siyasi sindirilmişlik ve bununla birlikte bir apolitikleşme, diğer yandan maddi imkânsızlıkların içinde yetişmiş olmanın verdiği bir sınırlandırılmışlık hissi. Toplumda sivil toplum inisiyatiflerin yok denecek kadar düşük, toplumsal davranış alışkanlıklarının proaktif olmaktan çok uzak olduğunu görmüştüm. Bunun özellikle 80 darbesinin ve sıkıyönetim uygulamalarının bir sonucu olduğunu düşünüyorum.

 

Türkiye’deki yeni nesilde artık bu sindirilmişliği görmüyorum. Bu anlamda gençlerimizin Almanya’daki gençlere daha fazla benzediğini düşünüyorum. Ailelerin gençlere daha fazla söz hakkı vermesiyle artık gençlerimizin daha özgüvenli yetiştiğini görüyorum.

 

Batı demokrasilerinde siyaset aslında parti söylemlerinden önce, toplumda, sivil inisiyatiflerin gücüyle, sorunları toplumda genel katılımlı bir şekilde enine boyuna tartışarak, belli bir kıvama getirdikten sonra, partiler tarafından bir yere bağlanmasıyla yapılır. İlk yıllarımda Türkiye’de bunun kısmen var olduğunu görmüşken, AKP iktidarı döneminde bu tartışmalara artık hiç izin verilmediğini görüyoruz. Fakat yeni neslimizin bu yoldan gitmeye çalıştığını görüyorum, bu sivil inisiyatif yollarını açmaya çalışmaları beni çok umutlandırıyor.

 

Almanya’daki gençlerden farklı ne görüyorum? Elbette her zaman iki kültür arasında kültürel farklılıklar olacaktır. Bizim gençlerde aile kavramı halen çok daha değerli, ayrı bir yere sahipken, mesela Alman gençlerinde bireysel özgürlükler ön plandadır.

 

Ve Almanya’daki gençlerden farklı olarak, AKP’nin 20 yıllık iktidarı sonucunda, gençlerimiz haklı olarak daha fazla özgürlük ve demokrasi talep ediyor, dini inançları daha fazla sorguluyor ve değerlendirmekte zorlanıyor ve kötü yönetilen ekonomi ve eğitim sebebiyle daha fazla yurtdışına göç etmeye çalışıyorlar.

 

Gençlerden ricam, hak ettikleri şekilde yaşamaları için her zaman proaktif bir şekilde (yani peşini bırakmadan) yürümeleri. Bu öncelikle kendi iş hayatları için gereken eğitim ve adımları ısrarla tamamlamaları demektir. İmkânları varsa, yanı sıra genç girişimcilik ve start-up çalışmaları yürütmeleri faydalı olur, çünkü yeni çağda ekonomi, fabrika üretimlerinden uzaklaşıp daha çok serbest girişimciliğe dönüşecek görünüyor. Ancak aynı zamanda, ülkemize sahip çıkmaları, yani toplumsal sorunlara sahip çıkmaları ve bunu demokratik yollarla, sivil inisiyatif güçleriyle ortak hareket ederek yapmalarını rica ediyorum.

 

 

Biraz da siyasetten söz edersek, Yerel siyasete girmeye nasıl karar verdiniz? Eyüp’te gençlerin siyasete ilgisini yeterli buluyor musunuz?

 

2017 senesinde CHP bünyesinde yürütülen anayasa referandumu HAYIR çalışmalarına gönüllü katıldım ve aynı yıl CHP üyesi oldum. Referandum sonrasında mahallemizdeki birçok parti çalışmasına destek verdim: Esnafa yönelik kapsamlı çalışmalar yaptık, Hayvan Hakları sorunlarıyla ilgili STK’larla ve uzmanlarla sorunları ele aldık mesela. 2018 Cumhurbaşkanlığı seçim çalışmalarında hem sahada görev aldım, hem de bölgemizdeki 90 sandığın seçim güvenliğinden sorumluydum.

 

Seçimden sonra CHP Göktürk Mahalle Temsilcisi görevine atandım ve yerel seçimlerin tamamında bu görevime devam ettim. Bu yerel seçimlerde gerçekten sayısız tarihi anlar yaşadık. Böyle bir zamanda bu görevi yürütmek, hem bana çok tecrübe kazandırdı, hem de benim için büyük bir onur oldu. 2014 yerel seçimlerinde Göktürk’te CHP İBB Belediye Başkanlığı oy oranı % 63,36 iken, bu 31 Mart seçimlerinde % 69,38 oldu ve tekrar seçiminde % 74,87 ile hedefe ulaştı.

 

Tabii burada emeği geçen tüm üyelerimize, ekip arkadaşlarımıza ve de o zamanki ilçe ve parti yöneticilerimize çok minnettarız. Tek üzüntümüz, Eyüpsultan belediyesini ufak bir fark ile alamamaktır.

 

 

Genel ve yerel siyaseti nasıl değerlendiriyorsunuz? Eyüp’te siyasi alanlarda belirlediğiniz eksiklikler var mı?

 

Çok geniş bir soru, kapsamlı cevaplamam bu kapsamı aşar. Ancak genel anlamda, iktidarın artık ülkeyi yönetemediğini görüyoruz. Ve halkın da artık değişim istediğini (ki seçmenlerin % 70’i Erdoğan’ı desteklemiyor) biliyoruz. Daha önce bir iki kez AKP’ye oy vermiş seçmenler de artık bu konuda ikna olduklarını sohbetlerimizde dile getiriyorlar.

 

 

Ancak önemli olan tabii, bu geri kalan % 70 ne istiyor ve en azından % 50-60 oranda birlikte bu değişim nasıl sağlanır? Partimizin de doğru tarif ettiği gibi, ortak demokratik taleplerimiz (parlamenter sistem?) üzerinden birlikteliği sağlamamız en doğru yoldur.

 

Gerçekçi olmak lazım, yeni, güçlendirilmiş demokratik sistemimizi kurmak, kurumlarını tekrar işler hale getirmek çok zaman alacaktır. Kaldı ki, bunu uzun vadeli ancak eğitim sistemini güçlendirerek sağlayabilirsiniz, çünkü demokratik sistemler ancak bireylerin demokratik tatbikatıyla yaşatılabilir. Bireylerin demokratik tatbikatı sağlanmadıkça, hangi sistemi seçerseniz seçin, bunlar içi boş sistemler olarak demokrasi getirmeyeceklerdir. Mesela parti içi demokrasi sağlanmadan, önseçimsiz oluşan bir milletvekili listesinden seçilen vekillerden oluşan bir meclis demokratik midir?

 

Yani gerçek demokrasiye ulaşmamız için daha yolumuz uzun. Ancak nasıl yerel seçimlerde İstanbul’u alacağımıza inandığım gibi, süreci doğru yönetmemiz halinde ilk genel seçimde iktidara geleceğimize de güvenim tamdır. Seçim süreci ve sonrası nasıl yönetilmeli, sayfalarca ele alabileceğimiz konular mevcut. Ancak işin özünde, güçlü bir eğitim sistemiyle bilinçli bireyler yetiştirmek ve bireylerin demokratik tatbikatını topluma yaymanın yattığına inanıyorum.

 

Yerel siyasete gelince, Eyüsultan Türkiye’nin bir aynası gibidir. Sanıldığı kadar mütedeyyin bir ilçe değildir aslında. Mütedeyyin yurttaşlarımızla birlikte, Alibeyköy mahallerinde halkçı emekçi yurttaşlarımız ve kuzey bölgede maddi imkânları olan güçlü sermaye sahipleri yer almaktadır. O sebepten bizim Eyüpsultan’da özellikle bahsettiğim % 60-70’i kucaklayan bir siyaset yürütmemiz önemlidir. Altı okumuz ve özlemini duyduğumuz çağdaş-aydın siyasetimizi doğru anlattığımızda, bu seçmenleri kazanmamız mümkündür. Yeterki tüm bu yelpazeyi temsil edecek kadar alan açabilelim. Örneğin son yerel seçimlerde daha halkçı bir siyaset yapmamız ve sol seçmenlerini daha fazla temsil etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Siyasi içeriklerimizi, halkçı, sosyal belediyecilik anlayışımızı daha iyi anlatmakla Eyüpsultan Belediyesi’ni alabilirdik diye düşünüyorum.

 

Ancak CHP büyük bir ailedir. Ülkeyi ve yereli yönetecek en iyi kadroların, bizlerde ve ittifak çatımızın altında olduğunu görmek beni her zaman umutlandırmaktadır. En geniş manada, yetkin kadrolarımızı daha fazla göreve çağırmamızla, siyaseti daha geniş katılımlı tutup, seçmene kendimizi daha iyi anlatıp tanıtmamızla, seçmenin desteğini kazanabileceğimize eminim.

 

 

7- Kanal istanbul’a hayır mücadelesinde oldukça aktifsiniz. Çalışmalarınız hakkında  bilgi alabilir miyiz? Neler yapıyorsunuz?

 

Bu konuda gerçekten gece gündüz mücadele veren “Ya Kanal Ya İstanbul” Platformu’nun çalışmalarına destek vermeye çalışıyorum. Bu platformda odalar, dernekler, parti temsilcileriyle birlikte örnek bir mücadele veriyorlar kanımca. Bahsettiğim, olması gereken sivil inisiyatif mücadelenin önemli bir örneği. Ama yeterli değil. İstanbulluların aslında % 50’den fazlasının kanala karşı olmasına rağmen, toplum gereken desteği vermiyor. Bu da, biraz evvel bahsettiğim sivil inisiyatifin zayıflığı. Daha fazla insanları bu konuda desteğe çekmeye çalışıyorum.  Nisan ayında acı gerçeklere dikkat çekmek için bir yazı da hazırladım (https://www.sonmedya.com.tr/yazi/kanal-istanbulun-aci-gercekleri-428.html).

 

Aynı zamanda CHP İstanbul Doğa ve Hayvan Hakları Komisyonu’nun bir üyesi olarak, ilgili il başkan yardımcılarımızın çalışmalarına gerektiğinde destek veriyorum.

 

 

‘Kadın Emeği Kermesi’ projesine ilgi nasıl? Katılımları yeterli buluyorsunuz? El emeği ve projeleri olan arkadaşlarımız size nasıl ulaşabilir? Hayata geçirmeyi planladığınız başka projeleriniz var mı?

 

2019’dan beri Eyüpsultan’ın kuzeyinde birçok kadın benden, kadın el emeğini destekleyen bir çalışma başlatmamızı rica ettiler. 2020 ilkbaharında bu konuda çalışmak isteyen kadınlarla bir araya gelip Kadın El Emeği Çalışma grubunu oluşturduk ve Eylül 2020 Kemerburgaz Kent Ormanı’nda ilk bir günlük kermesimizi hayata geçirdik. Ekim 2020’de bunu tekrarladık ve Haziran 2021’de de üç günlük olarak gerçekleştirdik.

 

Kadınlarımızın katılımı çok güzel oldu, ancak satışlar yeterli olmadı. Satışları artırmak için tanıtım desteğine, donanım ve malzeme desteğine, profesyonel stantlara ihtiyacımız olacak görünüyor. Bunlarla ilgili çalışmalarımız devam ediyor.

 

Bu arada İstanbul Gönüllüleri, Aralık 2020’den itibaren Kadın El Emeği pazarlarını İstanbul meydanlarında yaygın bir şekilde uygulamaya başladılar, bu çok güzel bir gelişme oldu. Kadınlarımız oralara da katılıyorlar.

 

Yeni proje olarak, gençlere yönelik girişimcilik atölyesi fikrimiz var. ÇYDD Göktürk Şubesi bünyesinde hazırlıklara başladık. Yakında hayata geçirmeyi planlıyoruz.

 

Bir de Kent Bostanları fikri beni çok heyecanlandırıyor doğrusu. Bu konuda da araştırmalarım devam ediyor.

 

Bana vakit ayırdığınız ve yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim Tülay Hanım.

 

Bize zaman ayırdığınız için teşekkür eder, başarılarının devamını dileriz.

 

 

Fotoğraflar: https://www.instagram.com/cengizoylum/