İLERSİ NERE OLA Kİ?

Fransız İhtilali’nden sonra Avrupa’da yayılan yurttaşlık rüzgarları Osmanlı topraklarına da ulaşmıştı.

Eşit vatandaşlık temelinde bazı uygulamalar 1839 Tanzimat Fermanı ile tellalar tarafından davul eşliğinde İstanbul sokaklarında ilan edildi.

“Gavura gavur demek suçtur”

Bu ilan gayrimüslüm vatandaşlarımızı ne kadar rahatlattı bilmem, ama cemaat-i müslüme pek faydası olmadı.

Bir dizi iyileştirmenin yanında rüşvetin ortadan kaldırılması da hedefler arasındaydı.

Yani insanın gülesi geliyor, böyle beyhude bir çabaya ne gerek varki?

Baksanıza zaten bizim Diyanet’e göre yolsuzluk hırsızlık sayılmazmış.

Veya bazı devlet büyüklerimize göre rüşvetin çukulata kutusunda alınması örf ve adetlerimize uygunmuş.

Neyse geçelim.

Gel zaman git zaman Osmanlı birinci ve ikinci Meşrutiyeti, Türkiye Cumhuriyeti’nde tek partili dönem, çok partili dönem derken demokratikleşmede aldığımız yol bir arpa boyunu geçemedi.

1960lı ve 70’li yıllarda az da olsa umutlanır gibi olduk ta ki; 12 Eylül’e kadar.

O zamanlarda dahi elinden Hitler’in Kavgam kitabını düşürmeyenlere hitap ederken dikkatli olmak gerekiyordu.

Hasan Fehmi Güneş’ten o dönemlerle ilgili bir hikaye dinlemiştim.

Hakim Hasan Fehmi’ye seslenir

-Hasan Fehmu, sana ceza vereceğum

-Nedenki?

-Adama faşist demuşsun

-İyi ama adam zaten faşist

-Olsun faşiste faşist demek suçtur.

Allah’a şükür o yasakçı dönemler geride kaldı, artık ileri demokrasimizle Dünya’yı kendimize hayran bırakıyoruz.

Biz cahiller bu işin ilerisi nedir ki, bu demokrasiyi icat edenler bunun ilerisini nasıl akıl edememişler diye birbirimize sorarken işin aslı ortaya çıktı.

Meğerse ileri demokrasilerde “hırsıza hırsız demek suçmuş”

Döndükmü tekrar başa. Biz eski demokrasimizle kör topal idare ediyorduk, ilerisine ne gerek vardı ki.

Zaten dilimiz Demokrat kelimesine pek alışamamıştı, Demir Kırat deyip işi zar zor yoluna sokmuştuk.

Genede “verin arkadaş benim eski demokrasimi de, bende hırsıza hırsız diyebileyim” diyesi geliyor insanın.

Mesela en basitinden;

Esad’a Esad diyeyim, Esed demiyeyim,

Turbana turban diyeyim, başörtüsü demiyeyim,

IŞID’a IŞID diyeyim, DAESH demiyeyim.

Gani gönüllüyüzdür, öyle pek fazla isteğimiz olmaz bizim demokrasilerden.

Elbetteki biz büyüklerimiz kadar bilmeyiz ama, bugüne kadar şahit olduklarımızdan sonra aradan geçen 176 yılı silip tekrar Tanzimat’tan başlasak daha iyi olur gibime geliyor.

Bektaşinin iki şarabı mukayese etmesi gibi. Zaten daha kötüsü olamaz.

 

Sami Erkan